12 Mart 2013 Salı

ABDÜLHAMİD HAN’I TAHTTAN İNDİREN BEŞİNCİ MASON?

 Meşrutiyet'in ilanı ve Abdülhamid Han'ın tahttan indirilmesinde Masonların rolü en ateşli tartışmalardan. Mason üstadı Celil Layiktez'in II. Meşrutiyet'in bir "Mason devrimi" olduğunu iddia ederek Abdülhamid'i tahttan indiren beş kişinin de mason olduğu açıklaması tartışmaya yeni bir boyut getirdi.

   Peki Sultan'm tahttan indirilmesini anlatan kaynaklar Mason İttihatçılar olan Emmanuel Karaso, Aram Efendi, Esad Toptani ve Arif Hikmet Paşa'mn isimlerini verirken Layiktez'in ısrarla vurguladığı beşinci mason kimdi?

   Osmanlı İmparatorluğu, 27 Nisan 1909 sabahı belki en acı günlerinden birine uyanıyordu. Padişah ve Halife II. Abdülhamid'in ikamet ettiği Yıldız Sarayı'nda o gün farklı bir sessizlik vardı. Nasıl bir tertip olduğu hala gizemini koruyan 31 Mart ayaklanması, Selanik'ten gelen Hareket Ordusu tarafından bastırılmıştı. Şimdi başta Talat Bey olmak üzere İttihatçıların lider kadrosu padişahı tahttan indirmenin çaresini arıyorlardı.

   Fetva Emini Hacı Nuri Efendi ve İttihatçıların kuklası haline gelen Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi'den hal' fetvası alındı. Hacı Nuri Efendi'ye zorla imzalatılan fetvada Sultanın 31 Mart Vak'ası'na sebep olduğu, dinî kitapları yaktırdığı, devlet hazinesini israf ettiği ve zalim olduğu şeklindeki iftiralar gerekçe olarak sıralandı.

   Hiç kimseyi idam ettirmemiş bir padişaha 'zalim' suçlaması yapmak, ancak ona tahttan indirildiğini bildirmeye gelenlerin niyetleri kadar habis olabilirdi. Ellerinde Meclis-i Mebusan'm aldığı karar, Yıldız Sarayı'nın basamaklarını tırmanan Yahudi Emmanuel Karaso, Ermeni Aram Efendi, Arnavut Esad Toptani ve Gürcü Arif Hikmet Paşa Sultanı tahttan indirmekle görevlendirilmişti.

   Yalnız ona "Millet seni istemiyor" mesajı vermek için özenle seçilen bu heyetin ortak bir yönü daha vardı: Hepsinin Mason olması. Osmanlı coğrafyasında Siyonizme geçit vermeyen İslam Halifesine tahttan indirme bildirisini okuyan, bir mason ve Yahudi idi. Nitekim Abdülhamid Han, Selanik'te muhafazasına memur edilen Debreli Zinnur'a "Bana en çok dokunan, bu mason taslağı Yahudi'nin hal' kararını tebliğ edişi olmuştur" diyerek hicranını ifade eder.

   Masonların Sultanın tahttan indirilmesindeki rolü elbette bu dört şahsın Yıldız Sarayı'na bildiriyi ulaştırmasıyla sınırlı değildi. Ondan sonra Masonluk ilk kez Osmanlı coğrafyasında kurumsallaştı ve Maşrık-ı Azam-ı Osmani, yani Osmanlı Büyük Mason Locası kuruldu. Büyük Üstadlığa ise İttihat ve Terakki'nin önde gelen ismi Talat Paşa getirildi.

   Nitekim Masonların yayın organı Tesviye dergisinin editörü üstat Mason Celil Layiktez de "islam Ülkelerinde Masonluk" başlıklı makalesinde Osmanlı Devleti'nde masonluğun nasıl kökleştiğini anlatır. Abdülhamid Han'ın tahttan indirilmesine giden süreçte masonların oynadığı rolü anlatan Layiktez'in "Hareket Ordusu, masonlar tarafından örgütlendi ve yönetildi" ve "Sultan Abdülhamid'e tahttan indirildiğini tebliğ eden beş milletvekilinden oluşan heyettekilerin tamamı Masondu" tespitleri dikkate değer.

   Makalesiyle ilgili olarak daha önce kendisiyle görüştüğüm Celil Layiktez, "Bu beş kişinin Mason olduğundan eminiz" demiş, 31 Mart ayaklanmasını bastıran Hareket Ordusu ile ilgili olarak da, "Selanik'teki Hareket Ordusu'nu organize eden İttihat ve Terakki, Emmanuel Karaso'nun başkanı olduğu locada organize oluyordu" diye de eklemişti.

   Layiktez, yukarıda zikrettiğimiz dört ismi sayarken ısrarla beşinci bir kişiden daha bahsediyordu. Son halife Abdülmecid Efendi'nin çizdiği, bildirinin Abdülhamid Han'a okunmasını gösteren meşhur tablosunda Emmanuel Karaso sağ eliyle ceketinin altındaki silahını tutarken görülür. Diğer üyelerden Aram Efendi iki elini önünde bağlamış, Esad Paşa Sultan'a hal' kararını tebliğ ederken sağ eli hareketli olarak, son üye Arif Hikmet ise ellerini yana salıvermiş durumda resmedilir. Resimdeki son isim ise İttihatçıların atadığı başmabeynci Cevad Bey'dir.

Peki Abdülhamid Han'a tahttan indirme kararını tebliğ eden beşinci Mason kimdi?

   Abdülhamid Han'ın kızı Şadiye Osmanoğlu hatıratında son başmabeynci Cevad Bey'den bahsediyor. İttihat ve Terakki tarafından Tahsin Paşa'nın yerine atanan mebusları Cevad Bey'in göreve gelir gelmez ilk defa huzura çıktığında "Ah efendiciğim, ben sizin sâdık bendenizim" dediğini, Abdülhamid Han çekmecesinden bir deste banknot alıp kendisine verince de yerlere kapanıp ayaklarını öpmeye çalıştığını anlatıyor. Ancak İttihatçıların Cevad Bey aracılığı ile Abdülhamid Han'ın tahttan indirilmesinin ardından Yıldız Sarayı'nı derhal terk etmesini istediklerinde durum değişiyor. Şadiye Osmanoğlu bundan sonra yaşananları şöyle anlatıyor:

   "Cevad Bey, maalesef birkaç gün önce bir deste banknotu aldığı vakit yerlere kapanarak ayaklarını öptüğü babama, çok ağır sözler sarf ederek bildirdi. Ağzına aldığı kelimeler terbiye dışı idi, alelade bir adama dahi söylenmesi ayıptı, işte babam o zaman çok mahzun oldu. Cevad Bey de 'Başınıza gelen ve gelecekleri evvelce düşünseydiniz!' şeklinde cevap verdi."

   Şadiye Osmanoğlu'nun anlattıklarından, Celil Layiktez'in bahsettiği Abdülhamid Han'a tahttan indirildiğini bildiren beşinci Masonun İttihat ve Terakki Mebusu Cevad Bey olduğu anlaşılsa da 27 Nisan 1909 günü Yıldız Sarayı'nın Küçük Mabeyn Köşkü'nün salonunda yaşanan o trajik olay hala gizemini koruyor.

BİRADERLERİN AKIBETLERİ
   Yılmaz Öztuna, Abdülhamid Han'a tahttan indirilme tebligatını yapanların akıbetlerini şöyle anlatıyor:
   "Karaso, İtalya'dan para alan bir casus olup Libya'nın İtalya tarafından yutulmasına meş'um bir rol oynamış, sonradan İtalya'ya kaçmış bir vatan hainidir. Ermeni Aram Efendi, Ermeni ihtilal komiteleri ile yakın ilgisi olup Sultan Abdülhamid'den Ermenilerin intikamını almak için Abdülhamid'i tahttan indiren ekibe sokulmuştur. Jandarma Paşası olan Es'ad Toptani, birkaç yıl sonra devlete isyan ederek Arnavut istiklali için silah çekmiş ve sayısız Türk'ün kanma girmiş bir adamdır. Arif Hikmet Paşa sonraki yıllarda karanlık siyasî hayatı olan bir denizcidir."

Ali KUŞ
Gazeteci
Derin Tarih Dergisi 

11 Mart 2013 Pazartesi

BİZ DİKTATÖRÜN SOSYALİSTİNİ SEVERİZ!

BİZ DİKTATÖRÜN SOSYALİSTİNİ SEVERİZ!


   Kim Hitler’i, Mussolini’yi, Pinochet’yi hayırla yâd eder? Böyle yapana iyi gözle bakılır mı? Ama neden bu ‘lanetli’ kişilerdeki özellikler ve icraatlar sosyalist isimlerde tezahür edince tavırlar değişiyor? Lenin ile Hitler, Stalin ile Mussolini arasında ne fark var? Sosyalistler sosyalist diktatörlerin işlediği cinayetleri cinayet, işkenceleri işkence saymıyor.
   Diktatörleri sevmeli miyiz? Cevap, adamına göre değişir. Diktatörlere kategorik olarak karşı olanlar “hayııır!” diye bağırır. Ama sosyalistler, sosyalist olmayan diktatörleri topa tutarken, sosyalist olanlarını bağrına basıyor. Aynen Lenin’e, Stalin’e, Mao’ya, Pol Pot’a ve Castro’ya yaptıkları gibi. Demek ki sevilme ve onanma bakımından diktatörler arasında bir eşitsizlik var.
   Sosyalist teori bu eşitsizlik konusunda ne diyor acaba? Sosyalist olmayan diktatörler olması gerektiği gibi yerin dibine batırılırken sosyalist olanlar niçin övülüyor ve yüceltiliyor? Kim Hitler’i, Mussolini’yi, Pinochet’yi hayırla yâd eder? Böyle yapana iyi gözle bakılır mı? Ama neden bu “lanetli” kişilerdeki özellikler ve icraatlar sosyalist isimlerde tezahür edince tavırlar değişiyor? Lenin ile Hitler, Stalin ile Mussolini arasında ne fark var? Sosyalistler sosyalist diktatörlerin işlediği cinayetleri cinayet, işkenceleri işkence saymıyor.
Elbette bu tavır yalnızca “bizimkilere” mahsus değil, sosyalistlerin neredeyse hepsi öyle. Bu bakımdan al Fransız sosyalistini vur Türkiyeli sosyaliste. Pek az sosyalist, Tony Judt gibi, sosyalist vahşeti dürüstçe sergileyip kınayabildi.
   Venezuela devlet başkanı vefat etti. Toprağı bol olsun. Ardından sadece sosyalistler değil pek çok kesim güzellemeler yaptı. Bunun bir nedeni, Chavez’in keskin Amerika karşıtlığıydı. Bu ayrı bir konu. Diğeri ve daha önemlisi sosyalist olmasıydı. İddiaya göre Chavez ülkesine çağ atlatmıştı. Gazetelere yansıyan rakamlara göre Chavez döneminde işsizlik önemli oranda azalmıştı. Sağlık hizmetleri iyileşmiş ve çocuk ölümleri düşmüştü. Yoksulluk gerilemişti. Bunlar olduysa çok iyi. Ama bu bilgilerin kaynağı ne? Sosyalist ülkelerin yalan rakamlar üretmekte pek mahir olduğunu biliyoruz.
Sovyetler Birliği’nin resmi istatistikleri de göz kamaştırıcıydı; sonra ülkenin sefalet içinde yüzdüğü anlaşıldı. Gerçek durumu anlayabilmek için sadece Venezuela’nın resmi rakamlarına değil aynı zamanda itibarlı uluslararası kuruluşların açıklamalarına da bakmak gerekir.
   Chavez kendisinin “21. yüzyıl sosyalizmini” geliştirdiğini iddia ediyordu. Bu anlayışın özelliği Mesihçi liderlik tarzı -nitekim yoldaşı İran Devlet Başkanı Ahmedinejad “hiç şüphe yok ki Chavez dünyaya Mesih ve Mehdi ile geri gelecek” dedi- tüm temel endüstrilerin devlet tekeli altına alınması ve muhaliflerin şiddet ve tehditle bastırılması ve sindirilmesiydi. Chavez ifade özgürlüğünü iyice budadı. Seçimleri, referandumu ve hukuki teknikleri demokratik kurumları yok etmek için kullandı. Chavez’in sosyalist çizgisi hem tarihte kalmış diğer sosyalist rejimlerinkilerle hem de Latin Amerika’nın geçmişteki faşist rejimlerininkilerle çok örtüştü.
   Ortodoks sosyalizm kitlelerin zorla bastırılmasına dayanırken, Chavez otoriteryen popülizme yöneldi. Bunu mümkün kılan ülkesinin dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olması ve 2000’lerde petrol fiyatlarının tavan yapmasıydı.
    Chavez darbecilikle başladığı siyasi kariyerini otoriteryen bir caudillo olarak tamamladı. Tahminlere göre iktidarı boyunca ülkesi petrol ihracatından 980 milyar dolar elde etti. Bunun üçte biri sosyal harcamalara gitti -ki halk arasındaki desteğinin ana kaynağı bu. Kalanı ya yanlış yatırımlara harcandı ya da Venezuela’nın yeni imtiyazlı sınıfı olan “boligark” (S. Bolivar’ın isminden türetilmiş bir terim) denen kimselerin banka hesaplarına aktı. Transparency International’ın raporlarına göre Venezuela Latin Amerika’da yozlaşmanın en fazla olduğu ülke. Dünyada ise 174 ülke arasında 165’inci. Cinayet oranı 100 binde 73. Chavez iktidara geldiğinde (1999) yılda 6 bin cinayet işleniyordu, 2012’de rakam 21.700’e çıktı. Venezuela yiyeceğin % 70’ini ithal ediyor. Bu yıl parası %32 oranında devalüe edildi. Fraser Institute’ün dünyada ekonomik özgürlük araştırmasına göre dünyada en az özgürlüğe sahip ülkeler arasında. 1999-2011 arasında ülke ekonomisi yılda ortalama %3,3 oranında büyüdü. Bu skor demokratik kapitalizmi izleyen ve petrole aynı miktarda sahip olmayan Peru, Şili ve Meksika’nınkinden kötüydü. Venezuela dünyada en yüksek enflasyon oranlarından birine sahip (%30) ve Chavez’in yarattığı tahribat ülkede gelecekte hem siyasette hem ekonomide daha ağır bir şekilde hissedilecek.
   “Varsın olsun” diye düşünecektir bir sosyalist. “Bunların ne önemi var ki. O bir sosyalistti. Mühim olan bu. Yaşasın sosyalist diktatörler, kahrolsun sosyalist olmayan diktatörler! Severiz, severiz, severiz, biz diktatörün sosyalist olanını severiz!”

                                                                                                                                ATİLLA YAYLA
                                                                                                                                  10 Mart 2013

SALEP

Resim
YUDUM YUDUM İÇİLEN TARİH : SALEP

   Kışla özdeşleşen bir diğer geleneksel içeceğimiz ise salep. O, orchidaceae familyası üyelerinden ve ilk çağlardan bu yana gerek tıp, gerekse lezzet amaçlı kullanılan bir bitki. Ortadoğu’da, özellikle de Suriye’de yetişen bu bodur bitkinin değeri, tıpkı patates gibi yapraklarında değil de kökündedir. 

   İlk çağlarda özellikle sağlık amacıyla tıpta kullanılan yumrulu salebin Yunan hekim Dioscorides zamanından beri tıp kitaplarında kayıtlı bir drog(eczacılıkta kullanılan hammadde) olduğu biliniyor.

   17. yüzyıla kadar daha çok tıbbi amaçlı kullanımıyla ön plana çıkan salep, içecek olarak da tüketilir. İçine çeşitli baharatlarla gülsuyu eklenerek içilir, zamanla çok sevilir ve kış aylarının vazgeçilmezi olur.

   18. ve 19. Yüzyıllarda pekmez, bal veya şekerle tatlandırılmış, üzerine zencefil, tarçın, gülsuyu veya bazı çiçek suları serpilerek tüketilmiştir.

   Sonraki zamanlarda aroması zenginleştirilen salep, içine konulan malzemelerle daha da pahalı ve özel bir içeceğe dönüştü. Öyle ki, Osmanlıda peşkirbaşına teslim edilen ‘yemeklere tat verici çeşniler’ arasında kendisine kalıcı bir yer edindi.

   1774 tarihli bir aktariye defterinde geçen “Arnavud Salebi” kaydı, değişik baharatlarla tatlandırılan bu içeceğin çeşitleri olduğunu gösteriyor. Ayrıca aynı tarihlerde yazılmış bir ecza defterinden, saray eczanesinde tıbbi amaçlı kullanıldığını ve Mısır Çarşısı’nda bugün olduğu gibi eskiden de çokça salep satıldığını öğreniyoruz.

   Avrupa’daki salep kullanımı da benzer bir gelişim sürecini izlemişti. Hristiyan dünyasında zaman zaman hastalar tarafından tedavi amacıyla tüketilen salep, yaygın olarak içildiği yaklaşık 200 sene boyunca önemli bir ihraç maddesine dönüştü diyebiliriz.

   Ortaçağ Avrupası’nda sefere çıkan yelkenli gemilerin depolarında, içerdiği besleyici öz sebebiyle mutlaka salep yumrusu bulunurdu. İngiltere’de ilk salep dükkanı 18. Yüzyılın ilk yarısında açılırken, aynı yüzyılın ortalarına doğru özellikle İngiltere ve Fransa’da salebin sabahları sıcak sıcak satıldığını ve sevilerek tüketildiğini biliyoruz.

                                                                                                                     Tolunay SANDIKÇIOĞLU

ZAMANIN İPİNE BAĞLI HUZUR TANELERİ

Tespihin hikâyesi, Allah'ın her türlü ku­sur ve noksan sıfatlardan yoksun oldu­ğunu dile getirmek maksadıyla söylenen Sübhanallah kelimesinin kökünden, Sübhâ'dan türeyip avuçlarımıza yer­leşir.

Sabrın ve tevekkülün nişanesi tes­pihi elinden düşürmeyen eski insan­lar, gerek kullandıkça rengi kızaran -hatta elmas gibi parlayan- sırçalı ku­kadan, gerekse saf öd ağacından tespihleri, kokusuna nail olabilmek için senelerce parmaklarına yoldaş ettiler.

Budizm, Hinduizm, Hıristiyanlık ve İslam’da bambaşka şekillere bü­ründü tespih. M.Ö. 8. yüzyılda baş­layan Hindu inancının mensupları, dinin üç tanrısından biri olan Şiva adına yapılmış 'Şiva'nm Gözü' isimli sırıma geçirilmiş tespihi ayinlerinde kullanırlardı. Budistlerin japamala, yani Gül Tespih dedikleri 27'şer parçaya bölünmüş 108 büyük taneli tespih, meditasyon yoluyla kişiyi, Nirvana’ya ulaştıran boncuklu bir merdivendi adeta. Günü­müzdeyse Budistler beyni kontrol etme gücüne sahip olduğuna inanı­lan Rudraksha tohumundan yapılan tespihleri çekerler.

Hıristiyanlıkta tespih 3. yüzyıla kadar yalnızca manastırdaki keşiş kıyafetlerinin parçasıydı. 12. yüzyı­la kadar dinî ayinlerde değil de bir tür tılsım objesi olarak kullanıldı. Örneğin kanı saflaştırarak çocukları hastalıklardan koruduğuna inanılan inci tespih vaftiz törenlerinin vazge­çilmezi oldu. Ancak tespihin tılsım olarak kullanılmasını papazlar pek hoş karşılamıyorlardı.

Gün geldi okuma yazma bilmeyen Hıristiyanlar duaları takip etmek is­tediler. Bu yüzden de tespih ancak 1520'de, Katoliklerin dinî lideri Papa X. Leo'nun da onayıyla parmaklar da özgürleşti. 6'sı büyük, 53'ü küçük olmak üzere 59 boncuktan yapılan Katoliklerin tespihinin ucuna bir de haç yerleştirildiğini biliyoruz.

Ermeni kilisesi ve Protestanlar gösteriş olduğu düşüncesiyle duala­rında tespih kullanmazlar. Ortodokslarsa tespihle duayı sadece manastır­da yaparlar.

Parmakları tespihle buluşmayanlar da vardı elbette. Örneğin Museviler tılsım amacıyla boncuk dizilerini kullanan Samanları taklit etmek istemediler. Bu yüzden de ibadetlerinde tespihe yer vermeyip dualarını, adedini saymadan Yahova'ya iletmeyi seçti.

 Osmanlı sanatı tespihe dizildi

Müslümanlar zikirlerini saymak için İslami-yetin ilk yıllarında çakıl taşları, zeytin ve hurma çekirdeklerini iki keseden birine doldurup doludan boşa aktardılar. Hatta Hz. Muhammed'in (S.A.S.) zikirlerini parmak eklemleriyle yaptığı ve bu yöntemi tavsiye ettiği Tirmizî'de geçer.

Sübhâ adı verilen 99'luk tespihlerin her bir tanesi Allah'ın bir sıfatını simgeler. Yani Müslümanlar Allah'ın isimlerini, yine Allah'a sığınarak andılar yıllar yılı. Ebu Hureyre'den aktarılan hadis-i şerifteki "Her namazın ardından her birinden 33'er defa olmak üzere Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahu Ekber deyiniz" öğüdü üzerine de 33'lük tespihler yapıldı.

Vehhabiler ve Aleviler tespih kullanmadı ama Suriyeli Aleviler, Kırk Erenler'i temsilen 40 taneli tespihi dualarıyla süslediler. Bektaşi tespihlerinde ise biri imamenin dibinde, diğerleri duraklarda olmak üzere 4 ayrı renkte boncuk kullanıldı. Bunlarda kırmızı boncuk Hz. Ali'yi, beyaz Hz. Fatma'yı, sarı Hz. Hasan'ı, yeşil olan ise Hz. Hüseyin'i temsil ederek renkler tanelerde kişileştirildi.

Osmanlı'da yapılan her özel tespih, ustasının ismiyle anılır, tornada çekildikleri için tespih ustalarına 'tespihi çeken' denirdi. Tanelerin birbirinin aynı olması, duraklar, imamenin tanelerle uyumu ve renk ahengi dikkat edilmesi gereken özelliklerdi. Tespihi çile edip sabırla çeken ustaların dükkânları daha çok Beyazıt çevresindeydi. Bir dönemin dünyaca meşhur tespih ustalarıydı Horoz Hasan Usta, Halil Usta, Tophaneli İsmet Usta ve daha niceleri...

17. yüzyıldan itibaren Osmanlı'da tespih, dinî fonksiyonun yanında birçok padişah, sultan ve sadrazam tarafından kullanılan bir aksesuar haline geldi. III. Selim'in taneleri fındık büyüklüğünde, pembe incili ve zümrüt 99'luk tespihi ile Sokunu Mehmed Paşa'nın tümü elmaslardan dizilmiş tespihi çok meşhurdu. Ne yazık ki her iki tespih de yangınlara kurban gitmiştir.

Rivayet odur ki I. Ahmed, Sultanahmet Camii'ne kaç kişinin girebildiğini hesaplamak için 100 bini kalenbek, 100 bini de öd ağacından olmak üzere 200 bin adet tespih yaptırır. Caminin açılışında her gelene bir tespih verilir. Durumun sağlamasının yapılması için de çıkarken bir tespih daha verilir. Tıklım tıklım dolan camiye 86 bin kişinin sığabildiği anlaşılır böylece. Yani camiye gelenleri, ziyaretçilerin gönüllerini de fethederek saymıştır bu gönlü yanık Osmanlı padişahı.

Gel zaman git zaman tespih, erkeklerde stres atmaya yarayan bir eğlence aracı olup 'elin sakızı' gibi dolaşmaya başladı parmaklarda. Dinî fonksiyon taşımayan bu 'maskot tespihler'in tane sayılan 17'lik, 19'luk, 21'lik gibi anlamsız rakamları kekeler.

Değdiği eller tespihi çektikçe, o da ellerin kahrını çekti yıllar yılı. Bazen bir kaplumbağa kabuğu bile küçülüp tane biçimine bürünerek kemikleşmiş, hatta taşlaşmış kalpleri zamanın ipine dizmesini bildi.

Tanelerin zikirli, zikirlerin bereketli olsun ey tespih!

Şeyma AYDIN